Doping: Zafer Öykülerini Yalana Dönüştüren Canavar

Kazanmak için herşeyi yapmak, kazanmak, kazandığını sanmak… Erdemli olmak mı, zengin olmak mı? Hak etmeden kazanmak, zafer sayılabilir mi? Doping haberleri spor gündemini sarstı… Spor kamuoyu büyük bir hayal kırıklığı yaşıyor.
Türk sporu, altyapı yatırımları ve devşirme sistemiyle yeni bir kalkınma dönemine girmişti ki, Aslı Çakır Alptekin’e verilen sekiz yıl men cezası ve Elvan Abeylegesse’ye ilişkin araştırmalar tüm keyifleri kaçırdı. Sporcularımız doping yapmadıklarını iddia etseler de, uluslararası otoriteler tarafından alınan kararlar geçerli olduğu için ciddi bir endişe yaşanıyor. Doping nedir, neden yapılır, nasıl engellenebilir? Beraberce inceleyelim.
Doping, sporcu tarafından zihinsel ve fiziksel kapasitesini arttırmak amacıyla yasaklı madde ve yöntemlerin kullanımı anlamına gelmektedir. Sporcu, kullandığı maddenin sağladığı aşırı güç sayesinde olağan kapasitesinin çok daha üstüne çıkmayı başararak, madde kullanmayanlara kıyasla üstün dereceler elde eder. Bir sporcunun rakiplerine karşı haksız rekabet sağlayan yöntemlerle üstünlük sağlaması spor ahlakına aykırı olduğu gibi, olimpik ruha da ihanettir.
Doping, sporcuların sağlığına ciddi zararlar verebilir.
Doping, ahlaki açıdan yarattığı sakıncaların yanında sporcuların sağlığına son derece ciddi zararlar verir. Kalp krizi, iyi ve kötü huylu tümör oluşumu, karaciğer fonksiyon bozukluğu, kısırlık gibi rahatsızlıklar sıkça görülür. Bu maddeleri kullanan çok sayıda sporcu aktif spor yaşamı sırasında veya aktif spor yaşamına son verdikten sonra ciddi hastalıklarla boğuşmuş, bazıları hayatlarını kaybetmişlerdir. 1980’li yıllarda inanılmaz performanslarıyla rekorlar kırıp şampiyonluklar kazanan Doğu Alman sporcuların, 2005 yılında Alman ilaç firmasına karşı açtığı dava tüyler ürpertici bir örnektir. Doğu Alman gizli servisi Stasi’nin gözetiminde, ‘Kapatalistlere karşı savaşmak’ adına ilaç ve erkeklik hormonu verilerek güçlendirilen bayan atletler çok ciddi sağlık sorunlarıyla karşı karşıya kaldıklarını iddia ettiler. Heidi Krieger’in cinsiyet değiştirip erkek olmak zorunda kalması, Renate Neufeld’in aktif sporculuğu sırasında konuşma zorluğu yaşaması ve bıyıklarının çıkması davanın göz yaşartan noktaları arasındaydı.
Sporcular neden doping yaparlar?
Kanadalı koşucu Tony Sharpe, sporcuların doping yapma nedenini ‘zafer çok tatlı, para çok bol’ demeciyle ifade etmiştir. Şampiyonluk ve madalyaların sağladığı sosyal ve mali kazanımlara ulaşmayı arzu eden gencecik, pırıl pırıl yetenekler bazen kendi kararlarıyla şeytana uymayı seçerler, bazen antrenör veya doktorlar tarafından kandırılırlar. Doping sayesinde kazandıkları başarılar ile belli bir süre bulutlar üzerinde yaşasalar da, doping testleri pozitif çıktığında pembe dünyaları sona erer, kazandıkları şampiyonlukları ve paraları kaybederler. Şöhret ve para kazanmak isteyen üstün yetenekli sporcular, sporun özünde varolan ahlaki değerleri kalplerinde yaşatmayı sürdürmelidir. Zira, sporda kazanmak erdemli davranıldığı takdirde anlam ifade eder. Aksi takdirde, sporcu hüsran dolu bir girdabın içinde boğulmaya mahkumdur.

Spor tarihinin en acı doping skandallarından birinin kahramanı olan Kanadalı Ben Johnson’ın son derece hazin bir öyküsü vardır. 1988 Seul Olimpiyatları’nda 100 metre dünya rekoru kırarak altın madalya kazanan ünlü atlet, doping testinin pozitif çıkmasından bir saniye önce dünyanın en büyük sporcusuyken, bir saniye sonra dünyanın en büyük yalancısı oldu. Kanadalı genç atlet madalyalarını geri verdiği gibi, spor dünyasındaki saygınlığını da bir daha geri alamamak üzere kaybetti. Johnson, yasak madde kullanmadığı takdirde dünya çapında başarıya ulaşmasının mümkün olmadığı konusunda antrenörü Charlie Francis tarafından ikna edilmişti. Yasak madde, takım doktoru Jamie Astaphan’ın gözetiminde uygulanmıştı. Öykünün en acı noktalarından bir tanesi de, Johnson’ın başarılar kazandığını gören takım doktorunun sessiz kalma karşılığında bir milyar dolar talep etmiş olmasıdır.

Sporcularımızın doping yapması nasıl engellenebilir?

Herhangi bir spor dalında profesyonel olmayı seçen bir gencimizin gelecek kaygısına kapılması son derece doğaldır. Spor, kazançlı olmadığı takdirde ise hiçbir gencimiz profesyonel sporcu olmayı tercih etmez. Dopingi engellemek için akla gelen ilk yol ceza vermek olsa da, yeterli olmayacağı son derece açıktır. Zira, doping testleri yasak madde kullanımının tespiti açısından bazen yetersiz kalabiliyor. Doping kullanımının önüne geçebilmek için ödül yönetmeliğinin madalya ve şampiyonluk odaklı olmayacak şekilde yeniden düzenlenmesi gerekmektedir. Büyük organizasyonlara katılım ve finale kalma gibi başarılara da tatmin edici düzeyde ödüller verildiği takdirde, sporcularımız şampiyonluk ve madalya saplantısıyla çalışmayacaklardır. Buna ek olarak, sporcular üzerindeki doping kontrollerini sıklaştırmak ve plansız kontrollerin sayısını arttırmak da fark yaratacak yöntemler arasındadır.

Dopingi engellemenin yollarından birisi de, olimpik ruhun yüceltilmesidir. Sporcularımızı erdemli olmaya yöneltmeliyiz. Eski Yunan’da, kent devletleri sporcularını birçok elemelerden geçirir, parlak beceri gösterenleri seçerlerdi. Olimpiyat Oyunlarının başlamasına otuz gün kala Elis’te kampa alınan sporcular sportif güç ve sportmenlik açısından ciddi sınavlardan geçtikten sonra, yarışmalar boyunca tüm kurallara uyacaklarına dair yemin ederlerdi. Eski Yunan’ın mirasını sahiplenen modern olimpiyatların kurucusu Pierre de Coubertin spor kavramını ‘isteyerek, arzu ederek, kurallara uyarak, riskleri göze alarak, daima daha ileri gitmek üzere yapılan adaleli çalışmalar’ olarak tanımlamaktadır. Spor, güzellik yaratır. Spor; cesareti, iradeyi, sebatı, soğukkanlılığı, dayanıklılığı, ahlakı geliştirir. Coubertin’e göre önemli olan ahlaki güzelliği ve sportif estetiği yaratan sporcu ruhunun özümsenmesidir. Olimpiyatların temelini oluşturan ‘daha hızlı, daha yükseğe, daha güçlü’ ilkesine bu şekilde ulaşılabilir.

Kaynaklar:
·         Sporda Ahlaki Bir Sorun Olarak Doping, 2007, Oğuzhan Yoncalık-Cemal Gündoğdu

·         Judo Federasyonu, Dopingle Mücadele

Yayın Tarihi: 22.08.2015

Yayın Ortamı: İndigo Dergisi

Invincible (Yenilmez)

Invincible (Yenilmez)… Vince Papale’nin ilham veren gerçek yaşam öyküsü… 30 yaşındaki bir barmen tüm sporseverlerin gönlünde yatan rüyayı gerçeğe dönüştürebilir mi?

Yönetmen: Ericson Core
Yapımcı: Gordon Gray, Mark Ciardi
Senaryo: Brad Gann
Görüntü Yönetmeni: Ericson Core
Oyuncular: Mark Wahlberg, Greg Kinnear, Elizabeth Banks
Yapım Yılı: 2006
Ülke: A.B.D.

Invincible (Yenilmez); spor filmi türünün başarılı örneklerinden birisi olarak göze çarpan, enerji dolu bir film. Amerikan futbolcusu Vince Papale’nin gerçek yaşam öyküsünden esinlenilmiş; gerçeklere büyük sağdık kalınmış. Film, vizyona girdiği dönemde spor filmlerinden hoşlanan sinemaseverlerin büyük beğenisini kazanmıştı.
Yıl, 1976… Philadelphia Eagles, işsizlik nedeniyle ciddi sorunlar yaşayan Philadelphia halkının tek umududur. Kulüp yönetimi Eagle’yi eski parlak günlerine döndürmek amacıyla Dick Vermeil’i antrenörlüğe getirir. Vermeil; takım taraftarların heyecanını geri kazanabilmek için Philadelphia sakinlerinin katılımına açık, kapsamlı bir seçme yapacağını açıklar. Vermeil’in çağrısından heyecan duyanlar arasında Vince Papale de vardır. Vince Papale; yarım zamanlı olarak öğretmenlik yapmakta, geceleri de barmen olarak çalışarak hayat mücadelesi vermektedir. Öğretmenlik işini kaybetmesinin ardından karısı tarafından da terk edilir. 30 yaşındadır, profesyonel bir oyuncunun fizik gücüne sahip değildir ama şansını denemekle kaybedeceği hiçbir şey yoktur. Antrenör Vermeil, Papale’nin seçmelerde gösterdiği performanstan etkilenerek hazırlık kampına davet eder. Kampa davet edilmesiyle bir anda halk kahramanı olan Papale için asıl mücadele şimdi başlamıştır. Altı hafta sürecek kamp sonunda takım kadrosuna seçilmesi şarttır. Vince, hayatının şansını değerlendirebilecek kapasiteye sahip midir? Bundan sonrasını filmi izleyince görelim…
Yönetmen Ericson Core dikkat çekici mesajlarla dolu, düşündürürken eğlendiren, temposu yüksek bir film çekmiş. Kolay anlaşılan diyaloglar ile sade bir anlatıma yönelmiş, oyun sahnelerinde kamerayı çok iyi kullanmış. Film müziklerinde ağırlıklı olarak popüler sound’un kullanılması filmdeki aksiyonu güçlendirmiş. Filmin finalindeki maç ise seyirciyi ayağa kaldıracak kadar heyecanlı çekilmiş.
Öykünün kahramanı Vince Papale, ünlü oyuncu Mark Wahlberg tarafından canlandırılıyor. Atletik vücuduyla bir amerikan futbolcusunu canlandırmak için uygun bir fiziğe sahip olmasının yanında, dramatik sahnelerde de iyi bir oyunculuk sergilemiş. Kariyerinde iki Oscar adaylığı bulunan Wahlberg, temiz yüzü sayesinde iyi karakterleri başarıyla canladırmasıyla tanınıyor. Papale’yi keşfeden antrenör Dick Vermeil’i ünlü karakter oyuncusu Greg Kinnear canlandırmış. Kinnear bir amerikan futbolu antrenörü için biraz yumuşak bir görüntü çizse de, dramatik sahnelerde çok başarılı oynuyor.
Invincible (Yenilmez); gösterişten uzak, sade bir film olmakla birlikte, zengin mesajlarıyla seyirciyi etkiliyor. Film, en zor günlerimizde bile yaşama sıkı sıkıya sarılmayı sürdürmemiz gerektiği, umudun hiçbir zaman tükenmeyeceği gibi olumlu bir mesaj üzerine kurulmuş. Papale’nin arkadaş çevresi ve babasıyla olan diyaloğuna ilişkin sahneler dostluk ve aile bağları açısından seyircinin kalbini okşuyor. Papale’nin verdiği mücadele, yakalanan küçük bir şansın azim ve inançla peşinden gidildiği takdirde ne kadar büyük kazanımlar sağlayacağı üzerine önemli bir ders olarak öne çıkmış.
“Karakteri olan takım, kendinden daha iyi olan takımı yenebilir.”
Amerikan futbolunun unutulmaz antrenörlerinden birisi olan Dick Vermeil’in soyunma odasında ve antremanlarda yaptığı konuşmalar sporseverler ve spor adamları için ufuk açan dersler olarak göze çarpıyor. Başarısız bir sezonun ardından morali bozuk, inançsız bir havayla sezona hazırlanan oyuncularına yeniden motivasyon kazandırmak için kullandığı söylemler yalnızca spor adamlarının değil, çıkış arayan her azimli insanın ilgisini çekebilir. Dick Vermeil’in, 30 yaşına gelmiş bir barmenin sahip olduğu potansiyeli keşfetmesi, kendisinin çok iyi bir yetenek avcısı olduğunu açıkça gösteriyor. Papele’yi keşfi ile ilgili olarak ‘Seçmeler sırasında harika bir koşucu olduğunu fark ettim. Bizimle oynayacak seviyede değildi ama amerikan futboluna karşı son derece coşkulu bir yaklaşımı vardı. Bu nedenle, hazırlık kampına davet ettik.’ şeklinde konuşuyor. Vince Papale ise o dönem yaşadıklarını ‘Tek istediğim kabul edilmek, takımın bir parçası olmak, bir Philadelphia Eagle olmaktı. Seçmede Eagles’in yıldızlarına karşı oynadım, inanılmaz bir anıydı.’ şeklinde anlatıyor. 
Invincible (Yenilmez), Pazar sabahı için son derece uygun bir yapıt. Amerikan futbolunun teknik derinliklerine inilmediği için, Amerikan futboluna ilgi duyan ve duymayan tüm sinemaseverlerin filmi ilgiyle seyredeceğine eminim. Renkli, heyecanlı, duygu dolu filmlerden hoşlanıyorsanız, bu filmi seversiniz. İyi seyirler…
Yayın Tarihi: 18.08.2015

Hoşgörü, Dostluk, Saygı: Süper Lig’de Başlama Düdüğü Çalıyor

2015-16 Türkiye Süper Lig başlamak üzere… Goller, çığlıklar, marşlar, sevinç gözyaşları… Futbolseverlerin aklında tek bir soru var: Hangi takım şampiyon olacak? Kara Kartal, Sarı Kanarya, Cim Bom Bom, Karadeniz Fırtınası, Timsah… Yoksa, yeni bir efsane mi yazılacak?


Spor-Toto Süper Lig, 14 Ağustos’ta oynanacak olan Fenerbahçe – Eskişehirspor maçıyla başlayacak. Yaklaşık üç ay süren hevesli bekleyişin ardından yeni bir futbol sezonu daha açılırken, tüm futbolseverlerin içi şampiyonluk heyecanı ile alev alev yanıyor. Süper Lig takımlarının kadrolarına göz attığımızda görülen o ki, bu sezon şampiyonluk yarışı üç büyükler arasında geçecek; sürpriz bir şampiyon göremeyeceğiz. Şampiyon Galatasaray’dan başlayarak geçen sezondaki sıralamaya göre şampiyonluk adaylarını kısaca değerlendirelim.

Galatasaray, Takım Oyununu Ön Plana Çıkarmalı

Galatasaray, 2014-15 sezonunun ortasında yaşadığı ciddi düşüş nedeniyle lige havlu attığı izlenimi vermekteydi ki, teknik direktörlük görevini devralan Hamza Hamzaoğlu’nun sihirli dokunuşuyla kimsenin tahmin edemediği bir yükselişe geçerek çifte şampiyonluğa ulaşmayı başardı. Genç teknik direktör Hamzaoğlu’nun başarısını yatsımak mümkün olmamakla birlikte; Galatasaray’ın şampiyonluğa ulaşmasında Beşiktaş’ın tüm maçlarını desplasmanda oynaması nedeniyle tükenmesi, Fenerbahçe’nin iç huzursuzluklar yüzünden kadro kalitesini sahaya yansıtamaması gibi durumların da etkili olduğu inkar edilemez. Bu nedenle, sarı kırmızılılar geçen sezon kazandıkları şampiyonluklara aldanmamalı. Hücumda Burak’ın son vuruşları, orta sahada Selçuk ve Schneider’in ustalığı, Podolski’nin kanat akınları, Emre ve Yasin’in yükselen grafiği Aslan’ın can alıcı noktalarını oluşturmakla birlikte, kadronun geneline bakıldığında oyuncu kalitesi açısından ezeli rakipleri kadar iyi görünmüyor. Sezonun transfer bombası Podolski çok kaliteli bir sol açık olmakla birlikte, sarı kırmızılıların futbol kalitesinde gereken sıçramayı yapmasına yetmeyecektir. Galatasaray; kadroya başka bir takviye yapmayacaksa, takım oyununu ön plana çıkartan bir sistem üzerine yoğunlaşmalıdır. Etkili bir takım oyunu ortaya koyabildiği takdirde sezon sonuna kadar şampiyonluk iddiasını sürdürebilir. Aksi takdirde, bu sezon Cim Bom Bom için hüsran olur.

Fenerbahçe, Teknik Kadronun Türkiye’yi Tanımasını Beklemeli

Fenerbahçe; geçen sezon Türkiye’nin en güçlü kadrosuna sahip olmasına rağmen, İsmail Kartal’ın takım içerisinde disiplini sağlayamaması ve taktik becerisinin yetersiz kalması gibi nedenlerden ötürü şampiyon olmayı başaramadı. Başkan Yıldırım; 2015-16 sezonunun başında futbol şubesinin yönetimini İtalyan futbol adamı Giuliano Terraneo’nun deneyimli ellerine teslim etti. Sportif Direktör Terraneo, son yıllarda kazandığı başarılarla dikkatleri üzerinde toplayan Portekizli Vitor Pereira’yı teknik direktörlüğe getirdi. Terraneo – Pereira ikilisi yeni bir kadro kurmak üzere kollarını sıvadı. İmaj güçlendirme açısından doğru bir adım atılarak Emre Belezoğlu ile yollar ayrıldı; bir türlü huzur bulmayı başaramayan Emenike kiralandı; yaşı ilerleyen Egemen, Selçuk ve Webo’ya teşekkür edildi; Türkiye sahalarına veda edeceğini geçen sezon bitmeden ilan eden Kuyt Hollanda’ya uğurlandı. Sarı Lacivertliler, kaleye Fabiano’yu alarak Volkan’ın vazgeçilmezliğine nokta koydu; savunma hattına Şener, Ba ve Kjaer’i alarak alternatif sayısını çoğalttı; orta sahayı de Souza ve büyük yıldız Nani ile güçlendirdi; gol kralı Fernandao ve büyük golcü Van Persie’yi transfer ederek hücum hattının kalitesini ciddi derecede yükseltti. Bu değişiklikler sonucunda Fenerbahçe neler yapabilir? Terraneo ve Pereira yetenekli ve deneyimli futbol adamları olmakla birlikte Türk futbolunu henüz yeterince tanımıyorlar. Türkiye’deki yönetici yapısı, futbolcu kişiliği, yönetim anlayışı ve taraftar dokusunu tanımak için zamana ihtiyaçları olması sarı-lacivertliler için dezavantaj oluşturuyor. Ayrıca, oyuncu kadrosunda yapılan değişiklikler takviyeden çok, yeni bir kadro oluşturma seviyesinde olduğu için ilk haftalarda oyuncular arasında uyum sorunu yaşanacak; oyun sisteminin oturması, oyuncuların birbirlerinin oyun karakterlerini tanımaları zaman alacak. Seyirci ilk haftalarda iyi futbol beklememeli, puan kayıplarına karşı sabır göstermeli. Sarı Kanarya’nın başarısı teknik yönetimin ve oyuncu kadrosunun uyum sürecini ne kadar sürede aşacağına bağlı gibi görünüyor.
Beşiktaş, Türkiye Futbol Ligi’nin En İyi Teknik Direktörü İle Çalışacak
Beşiktaş, geçen sezon Vodafone Arena’nın inşası nedeniyle tüm maçlarını deplasmanda oynamasına rağmen ligin son haftalarına kadar kıyasıya mücadele verdi; sürekli deplasmanda oynamanın verdiği yorgunluğun üstüne, teknik direktör Biliç’in taktiksel yetersizliği de eklenince lig üçüncülüğü ile yetinmek zorunda kaldı. Şampiyonluğa duyduğu susamışlığı bir yıl daha artan Beşiktaş, 2015-16 sezonuna Şenol Güneş’i transfer ederek girdi. Şenol Hoca’nın Süper Lig’de görev yapan en deneyimli ve kariyeri en parlak teknik direktör olduğuna hiç şüphe yok. İletişim becerisi, futbolcuların oyun karakterlerine göre taktikler geliştirmesi ve oyunculardan yüksek verimi alması ile tanınır, disiplinden taviz vermez. Siyah-beyazlılar, transfer döneminde gerçekleştirdikleri nokta atışları ile, geçen sezon zayıf görünen sağ bek, sol bek ve stoper mevkilerini güçlendirdiği gibi, orta sahada alternatif sayısını arttırdı; Demba Ba’nın satılmasıyla boşalan santrafor mevkisini daha büyük bir isim olan Mario Gomez ile doldurdu. Ön liberoda Atiba, Veli ve Tolgay, sol kanatta Quaresma ve Olcay, sağ kanatta Kerim ve Gökhan, ortada Sosa ve Oğuzhan zengin ve yetenekli bir kadro oluşturuyorlar. Mario Gomez ve Ricardo Quaresma takımın iki kilit ismi olarak görülüyor. Dünyaca ünlü bir santrafor olan Gomez arzulanan forma ulaştığı takdirde siyah-beyazlılara sayısız zaferler armağan edebilir. Q7, üstün yeteneğiyle pırıl pırıl parlayan bir yıldız olmasına rağmen ilk oynadığı dönemde istikrarlı bir grafik çizememişti. Bu sezon Beşiktaş’ın beklentilerine yanıt verebilirse, Kara Kartal hem Avrupa hem Türkiye sahalarında çok yükseklerde süzülür. Sürekli deplasmanda oynama stresinden de sıyrılan Beşiktaş, şampiyonluk ipini göğüsleyebilecek güçte görünüyor.
Trabzonspor ve Bursaspor, Bu Sezon İddialı Olamazlar
Türk futbolunun dördüncü büyüğü Trabzonspor kadrosunda büyük yıldız Mehmet Ekici ve dünyaca ünlü santrafor Oscar Cardozo’yu barındırıyor olsa da, bu sezon şampiyonluk yarışını zorlayabilecek gibi görünmüyor. 2009-10 sezonunda Türkiye Şampiyonu olarak futbolumuza yepyeni bir heyecan katan Bursaspor ise, sezon başında Ertuğrul Sağlam ile üç yıllık sözleşma imzaladı. Ertuğrul Hoca’nın önümüzdeki üç yıllık dönemde neler yapacağı futbolseverlerin merakını ciddi derecede cezbediyor.
Hoşgörü, Dostluk, Saygı
Türkiye Futbol Federasyonu, 2015-16 sezonuna eski Federasyon Başkanı Hasan Doğan’ın adını verdi; ‘Hoşgörü, Dostluk, Saygı’ temasıyla futbolseverlere sportmenlik çağrısında bulundu. Futbolseverlerimiz bu çağrıya kulak vermeli; destekledikleri takımların oyuncularını sportmence mücadeleye özendirmelidir. Zira, uygar ülkelerdeki spor algısı centilmenlik, eğlence ve hoşgörü üzerine kuruludur. Türkiye’de uygar bir spor dünyası oluşturabilirsek, hepimiz daha mutlu oluruz.

Yayın Tarihi: 10.08.2015

Yayın Ortamı: İndigo Dergisi

Deron Williams, Gösteriye Dallas Mavericks'te Devam Edecek

D-Will, Beşiktaş'ın unutulmaz yıldızı... Türk basketbolseverlerin unutamadığı efsane... Kariyerinde yeni bir sayfa açtı... Dallas Mavericks'e transfer oldu.

Beşiktaş Basketbol Takımı’nın sembol oyuncularından ABD’li yıldız Deron Williams bir süredir NBA gündeminin üst sıralarından inmiyor. Başarılı oyuncu, Temmuz ayında Teksas eyaletinin ünlü takımı Dallas Mavericks’e transfer oldu. NBA'da şampiyonluk kazanma arzusu olduğunu birçok kere dile getiren D-Will'in 2016 yılı hedefleri arasında ABD Ulusal Takımı ile 2016 Rio Olimpiyatları'nda ulusal takım forması giymek de var.

Deron Williams; 1984 yılında, West Virginia’da doğdu. Teksas’taki The Colony High School’da lise öğrencisiyken dikkati çekti, University of Illinois’de son derece başarılı bir NCAA kariyeri yaptı. 2005 yılında Utah Jazz formasıyla NBA’ya adım attı. Jazz forması altında büyük bir yıldız olmayı başardı. 2011 yılında Brooklyn Nets’e transfer oldu. Aynı yıl lock-out nedeniyle NBA’ya ara verilince, lock-out sona erene kadar Beşiktaş forması giydi. Beşiktaş'tan sonra Brooklyn'e geri dönen Williams, bu yaz Dallas Maverick’e transfer oldu. 

NBA'nın Seçkin Yıldızları Arasında... 
D-Will; NBA kariyeri boyunca birçok başarıya imza attı, oynadığı takımlarda asist (sayıya giden pas) ve sayı rekorları kırdı, oynadığı takımların unutulmaz oyuncuları arasına adını altın harflerle yazdırdı. İlk yılında All-Star Çaylak takımında oynadığı gibi, sezon sonunda Yılın En İyi Çaylak İlk Beşi içerisine girmeyi de başardı. Üç kere NBA All-Star olma başarısı gösterdi, 2008 yılında NBA All-Star Skills Challenge’de birinci oldu; kariyeri boyunca defalarca double-double yapmayı başardı. 2006-07 sezonunda Utah Jazz ile Northwest Division Birinciliği kazandı. 2011-12 sezonunda Brooklyn Nets formasıyla Charlotte Bobcats’a 57 sayı atarak rekortmenler arasına girdi.

ABD Ulusal Takımı Kadrosunda...
2007 yılından beri ABD Ulusal Takımı'nın değişmez oyuncuları arasından bulunuyor. 2002 yılında U18 kategorisinde FIBA Amerika şampiyonluğu, 2007 yılında FIBA Amerika şampiyonluğu, 2008 ve 2012 yıllarında Olimpiyat şampiyonluğu kazanarak ulusal takımda da parlak bir kariyere ulaştı. 2010 yılında Türkiye'de yapılan Dünya Kupası'nda sakatlığı nedeniyle yer alamadığı için kendisini seyretme şansı bulamamıştık.

Üstün Yetenekli, Altın Kalpli...
Ünlü basketbolcu; 1,91 boyunda ve point guard pozisyonda dünyanın en iyi oyuncularından birisi olarak gösteriliyor. Çok etkili asistleri (Sayıya giden pas) ve yüksek şut yüzdesiyle tanınmakla birlikte, topa olan üstün hakimiyeti ve dripling başarısıyla dünya basketbolseverlerinin en çok hayranlık duyduğu oyuncular arasındaki yerini koruyor. 2007 yılında eşiyle beraber kurdukları Point of Hope Vakfı aracılığıyla yardıma muhtaç çocuk ve ailelere yardım etmesiyle de büyük takdir toplamakta… Vakıf; kanser araştırmaları, burs sağlama, özürlü ve hasta çocuklara ilişkin yardım ve bilinçlendirme kampanyaları gibi çalışmalarda bulunuyor. 


Beşiktaş'taki Günlerini Hiç Unutmadı...
D-Will; 2011 yılında Beşiktaş’ta forma giydiği dönemde Türk basketbol seyircisinin gözünde o derece büyük bir popülariteye ulaştı ki, Beşiktaş’ta giydiği 8 numaralı forma Deron Williams adına emekli edildi. Toplam 15 maçta forma giyen büyük yıldız; Beko Basketbol Ligi’nde oynadığı 7 maçta 138 sayı 45 asist; FIBA EuroChallenge Kupası’nda oynadığı 5 maçta 123 sayı, 30 asist; Spor Toto Türkiye Kupası’nda oynadığı 3 maçta 56 sayı, 22 asist olmak üzere toplam 317 sayı 97 asist kaydetmişti.  FIBA EuroChallenge Kupası’nda BG Göttingen’e karşı 50 sayı atma başarısı göstererek Avrupa basketbolunun rekortmenleri arasına girdi. Siyah-Beyaz formayı giydiği dönemde Türkiye'deki basketbol tutkusuna duyduğu hayranlığı 'Beşiktaş'ın taraftarı muhteşem, deplasmanda oynadığımız maçlarda bile bizim taraftarımız bizi yalnız bırakmıyor. Bu çok ilginç. Taraftarlarımız sayesinde sanki deplasman maçlarında da evimizde oynar gibiyiz. Amerika'da büyük salonlarda büyük maçlar oynadım ama taraftar tarzları çok farklı. Avrupa'da basketbol taraftarı futbol taraftarı gibi. Çok iyi tezahüratta bulunuyorlar, şarkılar söylüyorlar. Amerika'da böyle şeyler yapılmaz.' sözleriyle dile getirmişti. Beşiktaş'taki günlerinin ardından dört yıl geçmiş olsa da, Beşiktaş'taki formasının emekli ayrıldığı günü, her yıl sosyal medyada saygıyla anmakta; Beşiktaşlı taraftarlar da kendisine sevgi mesajları yollamaya devam etmektedir.

Deron Williams; son iki sezon boyunca yaşadığı şanssız sakatlıklar nedeniyle formdan düştüğü için Brooklyn Nets'te tatsız günler yaşamaktaydı. Dallas Mavericks'e transfer olarak kariyerinde yeni bir sayfa açtı. Görülen o ki, 2015-16 sezonunda Beşiktaşılar'ın NBA'da destekledikleri takım Dallas Mavericks olacak. Bakalım, D-Will yıllardır takmayı arzuladığı NBA şampiyonluk yüzüğünü Mavericks'te kazanabilecek mi?

Robin Van Persie, Fenerbahçe'yi Coşkuya Boğar...

Fenerbahçe, dünyanın en iyi santraforlarından birisi olan Hollandalı Robin Van Persie’yi transfer ederek, Avrupa futbol gündeminin ön sıralarına oturdu. Göze hoş gelen futbol stiliyle tanınan Van Persie, sarı lacivertlilerin forvet hattına büyük bir güç kattı.

Robin Van Persie, 1983 yılında Rotterdam’da doğdu. Profesyonel kariyerine 2001 yılında, Hollanda’nın büyük takımlarından Feyenoord’da başladı. 2001-02 sezonunda UEFA Kupası şampiyonluğu yaşadı. 2004-05 sezonunda Londra’nın ünlü takımı Arsenal’e transfer oldu, Topçular’ın kırmızı beyazlı formasını 277 maçta giydi, 132 gol attı; 2004-05 sezonunda F.A. Cup şampiyonluğu yaşadı. 2011-12 sezonunda 30 gol atarak gol kralı oldu. Arsenal tarihine adını altın harflerle yazdırmakla birlikte, 2012-13 sezonunun başında Manchester United’ten gelen transfer teklifini kabul edip Kırmızı Şeytanlar’a katıldı. İlk sezonunda Premier Lig şampiyonluğu yaşadı, 26 gol ile bir kere daha gol kralı oldu. Üç yıl oynadığı Manchester United’te toplam 105 maçta forma giydi, 58 gol kaydetti. Van Persie, Hollanda Ulusal Takımı formasını 98 kere terletti; 2010 Dünya Kupası’nda dünya ikinciliği, 2014 Dünya Kupası’nda dünya üçüncülüğü kazandı. Turuncu forma altında kaydettiği 49 gol ile, Hollanda ulusal takımının en fazla gol atan oyuncusu olma rekorunu elinde bulunduruyor.

Hollandalı golcü, son derece yüksek bir teknik beceriye sahip olmasıyla bilinir. Sol ayağıyla oynar, ayak hakimiyeti mükemmel olduğu için rakibe top göstermez, son vuruşların ustasıdır, kafa vuruşları çok etkilidir. Bazen, izleyenlere ‘imkansız’ dedirten ustalıkta goller atar. Bu yönüyle çok ünlüdür. Zira, her sezon ayın golü, haftanın golü, yılın golü gibi yarışmalarda dereceye girer. Golcülüğünün yanında takım arkadaşlarını gol pozisyonuna sokmaktan da hoşlanır. 

Van Persie, Manchester United’te oynadığı ilk sezon çok başarılı olmasına rağmen, son iki sezon boyunca sık sık sakatlandığı için ilk onbirdeki yerini koruyamadı ve Türkiye’ye gelmeyi seçti. Fenerbahçe’de sakatlık yaşamayıp beklenen formu yakaladığı takdirde, Sarı Kanarya’ya büyük güç katar; Şükrü Saracoğlu Stadyumu unutulmaz gollere sahne olur. Sezon başlayınca neler yapacağını hep birlikte göreceğiz… 

Mario Gomez, Kara Kartal'ı Yüksekten Uçurur...

Mario Gomez Garcia, 1985 yılında Almanya’da doğdu. Babası İspanyol, annesi Alman olduğu için her iki ülkenin vatandaşlığına sahip. Latin ekolünün yumuşaklığı ile Alman ekolünün fizik gücünü biraraya getirerek geliştirdiği oyun stili ile çok genç yaşlarda başarıya ulaştı, dünya futbolunun en büyük golcülerinden birisi oldu. Hafta başında Beşiktaş ile anlaşarak kariyerine Türkiye sahalarında devam etme kararı vermesi, futbol gündemimize bomba gibi düştü, yankıları hala sürüyor.

Gomez, profesyonel kariyerine 2003 yılında Stuttgart’ta başladı. Kırmızı beyazlı formayla 2006-07 sezonunda Bundesliga şampiyonluğu yaşadı, 2007 yılında Almanya’da Yılın Futbolcusu seçildi. 2009 yılında Bayern München’e transfer oldu, 2009-10 ve 2012-13 sezonlarında Bundesliga ve DFB-Pokal şampiyonlukları kazandı. 2010-11 sezonunda Bundesliga’da 28 gol atarak gol kralı oldu. 2012-13 sezonunda kırmızı-mavili formayla UEFA Şampiyonlar Ligi şampiyonluğu yaşadı. Son iki sezon Serie A’nın ünlü takımı Fiorentina’da forma giydi. Almanya Ulusal Takımı’nda 60 kere forma giydi, 25 gol attı. 2008 Avrupa Kupası’nda Avrupa İkinciliği, 2010 Dünya Kupası’nda Dünya Üçüncülüğü kazandı. 

Alman futbolcu; son on yıllık dönemde Avrupa’nın en parlak golcülerinden birisi olarak tanınıyor. Her iki ayağı ile gol vuruşları yapabilen ünlü santrafor, hava hakimiyetiyle tanınmakla birlikte, çapraz koşuları ve paslaşmayı seviyor. İkili mücadelelerde ayakta kalıyor, top hakimiyetini kaybetmiyor. Ünlü teknik adam Arsene Wenger ‘Gol vuruşu için gereken doğru yer seçimini başarıyla yapan, büyük bir bitirici’  olarak tanımlıyor Mario Gomez’i…

Beşiktaş, Demba Ba’yı sattıktan sonra daha iyi ve daha ünlü bir santrafor almayı başardı. Kağıt üzerinde santrafor boşluğunu büyük bir yıldızla kapatmış gibi görünse de, ne derece doğru bir hamle yapıldığını zaman gösterecek. Mario Gomez; sol kanattan Olcay ve Q7, sağ kanattan Gökhan ve Kerim, orta sahadan Sosa’nın paslarıyla sürekli olarak beslenecek, gol pozisyonları bulacak. Fiorentina’da yaşadığı şansızlıkları geride bırakıp, Bundesliga’daki formuna ulaştığı takdirde Beşiktaş’ı çok yükseklere uçarabilir; şampiyonluklar, kupalar, goller kazandırabilir. Mario Gomez, büyük bir futbolcu, usta bir golcü, tehlikeli bir hücum silahı… Siyah-beyazlı formayla Süper Lig’e büyük bir heyecan katacak..